Egzama
Yazar: Mojdeh Olfat
Farsçadan çeviren: Solmaz Arzili
Mühendis parmaklarını monitörün dokunmatik ekranına yaklaştırdı:” İlk önce buraya isimleri yazıyorsunuz, buraya başvuru numarası, hastanın yaşı ve cinsiyeti de bu kareye yazılıyor. Ardından sıra istenen tahlillerin seçme zamanına geliyor. Anlaşıldı mı?”
Üç gündür cihazın kurulumunu yapan firmadan mühendis diye biri gelip çalışma yöntemlerini öğretiyordu. Ostuvar Bey başını salladı. Mühendis devam etti: ” Tamam, o zaman örnekleri hazırlayıp programı çalıştır komutunu vermeniz gerekiyor. Çok kolay. Bakın şöyle…Şimdi siz deneyin.”
Ostuvar Bey gözlerini ekrana çevirdi ve işaret parmağıyla harflere dokunmaya başladı. Mühendis gülümsedi ” Böyle yaprsanız tüm hastaların isimlrini yarın sabaha kader da yazamayacaksınız. Arama yapmadan, harflerin yerini ezbere bilmelisiniz.” Bilmiyordu.Yıllardır kendi elleriyle tahlilleri yapıyordu, Kimyasal çözeltileri hastaların örneklerinin üzerine döküp, çalkalayıp saatını ayarlardı. Tüpleri benmaride veya oda sıcaklığında on, on beş, yirmi dakika bekletip sonra şeker,kolesterol ve doktorun istediği her şeyin miktarını dikkatli hesaplamarla ölçüp belirlerdi. Cihazın kurulumunun üzerinden birkaç gün geçmişti ama bir anda laboratuvara konulmuş, odanın yarısını kaplayan bu gulyabaninin nasıl çalışacağını hala bilmiyordu. Akıllı bir cihazdı ve köle gibi çalışması için sadece Ostuvar Bey’in emir vermesi gerekiyordu ama bunun nasıl yapacağını bilmiyordu. Eskisi gibi sadece kendi kendine, herzamanki araçlarıyla çalışsın istiyordu, ama nafile yeni cihazin gelmesiyle artik işe yaramayacağı düşünülen ne varsa karton kutulara konulup laboratuvarın deposuna kaldırılmıştı.
Mühendis sürekli konuşuyordu: ” dikkat et önlüğünün kolu makinenin kollarına sıkışmasın, makinenin uyarı veren bip seslerine dikkat edin, yanıp sönen ışıklar çok önemli, bu ışığı görürseniz karışımlar tükeniyor demektir.” Kafası karışmıştı. keşke Mühendis bey emri veren bir komutan gibi tepesinde durup ne yaptığına bakmasa, keşke biri onu yönetim odasına götürüp dır dır konuşmasını biraz da olsa susturmak için önüne bir fincan kahve ve bir tabak kurabiye koysa! Yada keşke telefonu çalsa da bahçeye çıksa. Aman nereye giderse gitsinfakat onu biraz rahat bıraksa, belki daha sakin bir şekilde oturup harfleri yazabilirdi.
Bıkmış bir ses tonuyla” Monitör kirli değil ki neden daha rahat çalışmak için eldivenlerinizi çıkarmıyorsunuz?”diye sordu mühendis.
” Mesele kirlilik değil, alışkanlık işte.” Dedi Ostuvar Bey kararlı bir şekilde.
Sorun sadece kirlilik değildi. Yıllarca kimyasal maddelerle çalıştığı için parmaklarında egzama oluşmuştu. Kızarık, şişmiş ve kuru kabuklu eller… Yabancı ya da tanıdık birinin, ellerine bakp ellerinin haliyle ilgili sorular sormasından, doktor tavsiye etmelerinden hiç hoşlanmıyordu. Gitmişti işte doktora. Hastalığın tek çaresi kimyasallardan uzak durmaktı , ki bu da mümkün değildi.
İsimler, özellikler ve tahlilleri yazdıktan sonra sıra hasta örneklerinin hazırlanmasına geldi. Ostuvar Bey küçük fincanları özel bir tepsiye koydu ve başlamak istedi. Mühendis , bir dakika izin verir misiniz diyerek tahlil tüplerini ve fincanları elinden aldı.” Eğer böyle dökersiniz cihazın hassasiyetini bozacak hava kabarcıkları oluşur . O zaman sonuçlarda da hata oluşacaktır. Bardağı biraz eğri tutmalısınız. Şöyle. Şimdi siz yapın.”
Ostuvar Bey katı bir öğretmenin hatalarının altını çizip kağıdının altına ” çok kötü ” yazılanbir çocuk gibi hissetti kendini, boynunu büküp çalışmaya başladı.
Aradan iki saat geçtikten sonra müdür bey ellerini arkasında kavuşturmuş halde başına dikildi: ” işler iyi gidiyor mu?” diye sordu.
Mühendis başını salladı: ” hım…fena değil. Çalışma hızı biraz yavaş ama inşallah zamanlaöğrenirler.”
Eğer bu gulyabani bir anda çalışma masasına atlayıp her şeyi alt üst etmeseydi, bu çocuğa çalışma hızının nasıl olduğunu gösterirdi. Bütün bu yıllar boyunca, ne zaman ve nerede işler karışsa, Ostuvar Bey’in çağrıldığını bilmiyordu tabii. Müdür tek kelime etmedi, gitti ve biraz sonra Şefayi adında bir kadın ile birlikte döndü: ” Ostuvar Bey, şimdilik yerinizi bu hanımfendiye verin ki işler gecikmesin. Nerdeyse öğlen oldu.”
Ostuvar Bey sandalyesinden kalktı. Kız çekmeceyi çekti, kutudan bir çift eldiven çıkarıp giydi sonra ellerini birleştirdi ” Pekala, ben hazırım. Ne yapmalıyım?” dedi. Mühendis tüm adımları bir kez daha tekrardan anlattı. Şefayi Hanım hızlıca çalışmaya başladı.
Ostuvar Bey kadının parmaklarının hareketine bakıyordu. Gösterdiği bu performansla, boks eldiveni giyse bile artık mühendis için önemli değildi. Şimdi ne yapmalıydı? Çalışma saatının sonuna kadar laboratuvarın ortasında böyle duramazdı ki. Müdürün yanına gitti ve ne yapması gerektiğini sordu. Müdür gözlüğünü eline aldı cebinden bir mendil çıkardı. Gözlüğün camına üfledi ve mendili iki parmak arasına alıp sildi. Sanki Ostuvar Bey’in çalışma programı gözlüğünün camında yazılıymış da onu okumak istiyormuş gibi gözlerini kıstı. Çerçeveye bakarak ” Şimdilik Şefayi Hanım’ın yanında oturun ve tüplerin başını açıp ona yardım edin. Böylesine daha iyi olur. İşleri daha hızlı bitiririz.” Dedi.
Deney tüplerinin başını açmak mı? Yani Şefayı Hanım’ın yardımcısı olmak mı?
Yarım saat sonra müdür bey geri geldi: ” Her şey yolunda mı?”
Mühendis gülümseyerek,” evet, hanımefendi oldukça zeki ve cevval.” dedi.
Beş yıl önceydi, Ostuvar Bey tek başına çalışmayı öğrenmesi için bu “zeki” ve “cevval” hanımefendinin başında tam altı ay dikilmişti.
Şefayi başını müdüre çevirerek ” Afedersiniz ama tüplerin başını kendim açarsam daha kolay olur. Sanırım öyle daha hızlı çalışabilirim.” Müdür bey elini bıyıklarına götürdü, hane söyleyeceğini bir an bilemedi. Ostuvar Bey müdüre baktı ve onun bir şey söylemesini beklemeden sandalyeden kalktı. Mühendis, Şefayi Hanım’ın yanına oturdu ve çok geçmeden kahkahalar ve tebrik sözcükleri havada uçuşmaya başladı.
Müdür bey, Ostuvar’a bakıp: ” şimdilik buralada çocukların çalışmalarına dikkat edin bakalım sonra neler olacak.”
Hiçbir şey olmadı. Öğlene kadar Ostuvar Bey duvara yaslandı ve makinenin aynen güçlü bir işçinin çalışan elleri gibi aşağı yukarı hareket eden uzun kollarına baktı. Bu yeni işçi ondan çok daha güçlü ve hızlıydı. Başka bir cihaza baktı. Geçen ay getirilmişti ve yan masanın tamamını işgal etmişti. Cihazın kolu etrafında düzgün ve yavaş bir şekilde dönüyordu. Ostuvar Bey, torununun oyuncak bebeğinin de böyle hareketler yaptığını düşündü. Kendi etrafında dönüyor dönüyor sonra bir süre hareketsiz durup tekrar dönmeye başlıyor.
Öğle vakti Ostuvar bey beyaz önlüğünü çıkarıp elindeki çantayla dışarı çıktı. Taksiye bindiğinde cep telefonunu cihazın yanında unuttuğunu fark etti. Şemsiyesi de vestiyerde kalmıştı. Bir şeyleri unutmak hiç adeti değildi ama geri dönmek de istemedi. Ertesi gün laboratuvara girdiğinde Şefayi Hanım’ı onun sandalyesinde otururken gördü. Yanına doğru gitti: ” Bu cihazla siz mi çalışacaksınız?”
Kız cevap vermedi. Monitöre odaklanmış çalışıyordu. Ostuvar Bey kızın yüzüne doğru başını eğdi: ” sizinle konuşuyorum.”
Şefayi kulaklıklarından birini çıkarıp ayağa kalktı: ” merhaba, günaydın, ne söylediniz?”
Evet, onun çalışması gerekiyordu. Sanki çocukların sandalye kapmaca oyunu gibiydi, sandalyelerin etrafında dönüp dolaşırlar, müzik bittiğinde sandalyelerin birini kapan oyunu kazanır, ayakta kalan kaybederdi.
Laboratuvarda biraz dolaştı. Müdür gelince yanına gitti : ” Merhaba müdür bey, benim yapmam gereken işler nedir?” Müdür biraz düşündü. Dikkatlıca yere bakıyordu birden başınıöfkeyle salladı. Ostuvar onun bakışını takip etti. Kan lekeleri her yere yayılmıştı. Müdür tuvaleti işaret etti: ” Hizmetçilerden birini çağırır mısınız lütfen?” Ostuvar Bey salondan çıktı,geri döndüğünde müdür gitmişti.
Bir sandalyeye oturdu ve dev cihazı izledi, sanki geçen günden daha da büyümüş gibiydi. Müdür bey salona girince, Ostuvar yine yanına koştu: ” Bana işimin ne olduğunu söylemedeniz efendim?” Müdür çamaşır odasına işaret etti: ” Oraya bir düzen verin, söyleyin gelip temizlesinler. Metal sepetleri ıslak ıslak birbirinin içine geçirmişler, hepsi paslanmış.”
Paslı sepetlerle ilgilenmek onun işi değildi. Onun görevi, son yirmi yıldır her gün olduğu gibi, deneylerin üzerinde inceleme yapmaktı. Sallana sallana çamaşır odasına doğru yürüdü ve sepetlere bir göz attı. Odadan çıktığında Haydar ağabey’in elinde bir kova ve bir paspasla oraya doğru yürüdüğünü gördü. Adama baktı ” Haydar ağabey fırsatın olursa septlerin pasını temizle.” Dedi. Haydar ağabey cevap vermedi, oflaya oflaya odaya gitti.
Nereye gitmeliydi? Salonda ve koridorlarda biraz dolaştı. Yine dayanamayıp müdürün odasına gitti, ” Müdür bey böyle olamaz ki, görevimin ne olduğunu bilmem gerekiyor?”dedi.
” Siz mi? Tamam işte, Şefayi Hanım’ın yanında oturup makineyi kullanmayı öğrenmeniz için karar almadık mı? Dün de size söylemiştim.”
Ostuvar Bey, öğlene kadar Şefayi Hanım’ın yanında oturdu. Hiçbir şey söylemedi. Bir şey de yapmadı. Devin kollarının aşağı yukarı hareket etmelerine ve oyuncak bebek gibi dönüp durmasını izledi.
Ertesi sabah müdür bey, Ostuvar Bey’in yeni iş tanımı belgesini laboratuvardaki duyuru panosuna yapıştırdı. Ostuvar Bey’in asla göremeyeceği bir belge.
- İranlı yazar Mojdeh Olfat’ın kaleme aldığı “Egzama” adlı öykü, Solmaz Arzili tarafından Türkçeye çevrilerek 8 Mart 2023 tarihinde Türkiye’deki çevrimiçi dergi Karnaval’da yayımlanmıştır.